SES

    Yine avazı çıktığı kadar bağırıyor. Kendimi bildim bileli bu sese şahit oluyorum. Yıllardır neler neler değiştide, bir onun sesi değişmedi. Hiç mi sevecen bağırmaz bu? Hep mi sinirli hep mi aksi? Yine neye bu kadar sinirlendi anlayamıyorum. Acaba bilerek mi yapıyor? İnsanları korkutmak hoşuna mı gidiyor? Yoksa siz ondan korkmuyor musunuz? Saklayamayacağım ben korkuyorum. Hatta bir keresinde 5 yaşındayken derin uykumdan onun homurdanmasıyla uyandım. Sanki koca bir dev yatağımın başında bana heyecanlarak birşeyler anlatıyordu. Sonra gözlerinde ateş püskürten bir hareketle bağırmaya başladı. Onunla tanışmam böyle oldu işte. Pek hoş tanıştık diyemeyeceğim.

    Bir tek insanlar mı korkuyor ondan? Toprağın altındaki karıncadan tutun,  ağaçların en yüksek dalına tutunmuş yaprağa kadar onun sesini duyan, kendini güvensiz hisseden bir kaplumbağa gibi kabuğuna çekilmek istiyor. Duydunuz mu? Bakın yine bağırıyor. Bu sefer ki çığlığı evladını kaybetmiş anne çığlığına benziyor. O kadar şiddetli ki insanı yüreğinden vuruyor. Belli ki canı çok yanıyor,  bir o kadar da çaresiz ve sinirli. Bu yüzden çığlıklarıyla rahatlamaya çalışıyor. Evinde pervane olan, koca bir sarayın o şık, görkemli avize taşları gibi  parlayan, her biri ayrı güzel binlerce hatta yüzbinlerce peri kızları zelzele olmuşta can telaşına düşmüş gibi birbirlerine çarparak kaçışıyorlar. Bu çığlığı atarken nefesini damarlarıma kadar hissediyorum. Bağırırken ki ağız boşluğundan çıkan nefesi, karlı bir ormanda kalmışım da ölüme gitmeden önceki son irkilişim gibi  tekrar gerçek hayata döndürüyor beni. Sanki bütün dünyanın ışıkları kaybolmuşta yolunu bulmaya çalışıyor. Avucundaki kibritleri birbir ard arda çakıyor,  nefesi kibritleri söndürdükçe saniyelik bir geceye bir gündüze çeviriyor sanki yeryüzünü. Amacına ulaşamadıkça daha hiddetleniyor, geceyi  gündüzü gürültüsüyle örtbas ediyor. Bahçesinin altında huzurlu, bir arada yaşayan ağaç öbeklerini bile endişelendiriyor, sağ elinin tersiyle çocuk, yaşlı demeden hiddetiyle vurup onları perişan ediyor. Yatağında sakince  uyuyan denizi bile uyandırıyor. uykusundan uyanan deniz bütün yıl emekle topladığı hasadını sele vermişliğin acısıyla  o da ona karşılık veriyor.  Ona bile sinirlenen korkunç gürültücü ani bir hamleyle boğazından tutuğu denizi kaldırıp, boyundan metrelerce yüksek setlere vurarak tekrar yatağına bırakıyor. Sanki koşmayı unutmuş milyonlarca insanı gün ışığına kavuşturmak için hücre kapıları açılıyor nereye gideceğini sorgulamadan sadece  gitmek isteyen insan yığını gibi, yine hiddetine, öfkesine dayanamayıp ağlamaya başlıyor.

    Nihayet yatağımın en kuytu köşesinde, battaniyenin altına sakladığım kafamı çıkarıyorum. Usul usul, tavana yansıyan cırcır böcekleri gibi sobanın odun ışıltılarında, boyumdan bir kaç karış uzun pencereye yaklaşıyorum. Elimi uzatıp, ürkmüş kolundan tutup açıyorum. Zifiri karanlıkta yüzüme, saçlarıma ılık nefesi değiyor. Gittiğini biliyorum ama hala korkusu üzerimde. Bardaktan boşanırcasına gözyaşlarını, yani yağmuru gökyüzünden yeryüzüne bırakıyor. Yerin yedi kat altındaki canlılar, biraz önceki kıyameti çabucak unutmuş, onlara lütfedilen can suyu için secdeler ediyor. İlkbaharın sıradan bir gecesi bu. 5 yaşımdan 22 yaşıma kadar değişmeyen geçici tek korkum. Neredeyse üç ay aynı korkunun ardından aynı sevinci yaşıyorum. Penceremi kapatıp yatağıma uzanıyorum. Sobanın üzerinde kaynayan eski ibriğin ağzında çalınan ıslıkla gözlerimi uykuya bırakıyorum.

BÜŞRA GÜLEN

SES” üzerine 3 yorum

Yorum bırakın